Ortodoksluk
Turkish Flowers of Orthodoxy 1
ORTHODOX CHRISTIANITY – MULTILINGUAL ORTHODOXY – EASTERN ORTHODOX CHURCH – ΟΡΘΟΔΟΞΙΑ – SIMBAHANG ORTODOKSO NG SILANGAN – 东正教在中国 – ORTODOXIA – 日本正教会 – ORTODOSSIA – อีสเทิร์นออร์ทอดอกซ์ – ORTHODOXIE – 동방 정교회 – PRAWOSŁAWIE – ORTHODOXE KERK - නැගෙනහිර ඕර්තඩොක්ස් සභාව – СРЦЕ ПРАВОСЛАВНО – BISERICA ORTODOXĂ – GEREJA ORTODOKS – ORTODOKSI – ПРАВОСЛАВИЕ – ORTODOKSE KIRKE – CHÍNH THỐNG GIÁO ĐÔNG PHƯƠNG – EAGLAIS CHEARTCHREIDMHEACH – ՈՒՂՂԱՓԱՌ ԵԿԵՂԵՑԻՆ / Abel-Tasos Gkiouzelis - https://gkiouzelisabeltasos.blogspot.com - Email: gkiouz.abel@gmail.com - Feel free to email me...!
♫•(¯`v´¯) ¸.•*¨*
◦.(¯`:☼:´¯)
..✿.(.^.)•.¸¸.•`•.¸¸✿
✩¸ ¸.•¨
Ortodoksluk
Ortodoksluk
Ortodoksluk - Videolar
<>
p. 33
16 Mayıs Azize Bakire Musa
“Aziz Diyalogcu Grigorios onunla ilgili şöyle bildiriyor: Allah’ın Kutsal Annesi ona iki defa göründüğünde ışıkla yıkanmış ve bakirelerle çevrelenmiş henüz dokuz yaşında temiz bir kızdı. Azize cennetin Kraliçesi’ne onun göz kamaştırıcı topluluğunda olma arzusunu sunduğunda, Allah’ın Kutsal Annesi, onun için bir ay içinde gelip onu alacağını ve bu otuz günde neler yapması gerektiğini özetleyerek onu yanıtladı. Yirmi beşinci günde, Musa yatağına yattı. Otuzuncu günde en saf ve kutsal olan Anne ona tekrar göründü, onu sessizce çağırdı, o da şöyle yanıtladı: “İşte bekliyorum, Hanımefendi’m! Hazırım!”. Sonra ruhu bedeninden ayrıldı ve beşinci yüzyılda bu yaşamdan ebedî yaşama geçti.” (5. yy)
https://www.ortodokslartoplulugu.com/azizlerimizin-hayat-hikayeleri/16-mayis-azize-bakire-musa/
<>
16 Mayıs Aziz Gezgin Brendan, Clonfert’in Başrahibi
484 yılında İrlanda’da, Kerry şehrindeki Tralee kasabasında doğdu. İrlanda’da birçok manastır kurdu, bunların en meşhuru da Galway ilçesindeki Clonfert idi. Onun misyonerlik yolculukları onu İskoç adalarına, mümkün olduğunda Galler’e götürmüştür. Bu yüzden zamanında “Gezgin Brendan” olarak tanınırdı. Huzur içinde uyudu.
9. yüzyıl başlarında bir Latin destanı, Navigatio Brendani (Brendan’ın Yolculuğu), onu Hıristiyan serüveninin kahramanı yaptı. Destan İrlanda’nın batı kıyılarına çok uzak olan yolculukları da içeriyordu. Destan çok güçlü bir kanıt sağlıyor ki bu da İrlandalı gezginlerin 8. yüzyıl başlarında, Vikingler’den önce, Amerika’yı ziyaret etmiş olmasıdır. Ama yine de Aziz Brendan’ın bu gezilerde bulunup bulunmadığı tartışma konusudur. (~577)
<>
Haydut ve keşiş
(Tanrı’nın sonsuz sevgisini ifade eden, kilise kitaplarından alınmış gerçek bir hikaye.)
Bir zamanlar Mısır’da Nil Nehri’nin Çölünde yıllarca dua, oruç ve tövbe ile yaşamış olan bir Keşiş, günlerden bir gün kuşku ile kendi kendine sormuş ;
– Acaba benim yaşadığım hayat tarzı Tanrı’ya uygun mudur ?
Rab benden ve benim yaşamımdan zevk alıyor mudur yoksa benim çabalarım boşu boşuna mıdır ?
O anda Rab’bin bir Meleği keşişe görünüp ona ;
“- Küçük evini bırakıp dışarıya at kendini” dedi.
Keşiş hemen itaat edip kulübesini bırakıp dışarıya çıktı .
Bir de ne görsün: haydutların en vahşisi, en acımasızı tam önünde duruyordu !
Aman Allahım bu ne korkunç bir tesadüf !
Haydut Keşişi görür görmez üzerine doğru saldırıp, kendisine ;
-Yakaladım seni Keşiş efendi ! Şimdi elimden seni kimse kurtaramaz ! Şöyle eski bir atasözü vardır: “Tam Yüz kişiyi öldüren haydut doğru Cennet ’e girer!” İşte ben doksandokuz kişiyi öldürdüm , seni de öldürdüğüm zaman Cennet’e girebileceğim! dedi.
Haydut’un ellerinde şaşa kalan Keşiş onu sakinleştirmek amacıyla tatlı sözlerle Tanrı’dan ve O’nun merhametinden konuşarak haydutu yumuşatmaya çalıştı. Ne var ki haydut kararlıydı .
– Fikrimi değiştiremezsin, seni öldüreceğim ! dedi.
Keşiş ellerini gökyüzüne doğru yükselterek ;
– Ey Yüce Tanrım ! Bunu mu görmemi istedin ? Bunca yıllık çabalarım sonunda bunu mu hak ettim ? diye yalvardı.
Keşiş sonra Haydut ’a dönerek ;
–Oğlum, şayet beni öldürmekte kararlıysan son bir dileğimi yerine getirdikten sonra yapacağını yap ! dedi.
Haydut : – Neymiş o dileğin ? Diye sordu .
Keşiş : – Bak çocuğum , ilerde bir pınar var . O pınardan bana biraz serin su getirir misin lütfen , dedi.
Haydut : – İstediğin gibi olsun. Ben pınara gidip geleceğim ama sen yerinden sakın kıpırdama !
Yoksa seni ileride yakalar daha fena yaparım ! dedi ve oradan uzaklaştı, Keşiş dua etmeye başladı.
-Tanrım, senin istemin olsun ! – Ancak bana vermek istediğin mesajı anlayamıyorum, yüreğimi ve zihnimi aydınlat” diye saatlerce dua etti.
Güneş nerdeyse batıyordu lakin Haydut geriye dönmemişti… Oysa pınar çok az mesafelik bir yoldu. Keşiş ne yapacağını şaşırdı.
Merak içinde, pınara gidip baksam mı diye düşündü , Ya daha fazla sinirlenirse? Ne yapmalıyım acaba diye düşünürken … yavaş yavaş pınara vardı.
Keşiş pınara vardığında ne göre dursun ! Haydut pınar başında ölmüş yerde yatιyordu…
Keşiş hayretler içinde yeniden soru işaretleri içerisinde kala kaldı. O anda Melek yeniden yanına gelip Keşişe şu açıklamayı yaptı ;
Melek : – Bu adamı burada dua ederek toprağa gömeceksin ve onu kurtulmuş sayacaksın ! Bu adamın ruhu okadar kötülük ve cinayet işlemiş olmasına rağmen Rab Tanrı tarafından kabul edilip, af edilmiştir ! Çünkü bu adam ölmeden önce sana “Doksan dokuz kişi öldürdüm” demişti. İşte, bu itiraf, Rab tarafından bir tövbe itirafı olarak kabul edildi… Sonra ondan su getirmesini istedin ve o istediğini yerine getirmek için pınara gitti ! Yüce Tanrımız onun günah itirafını, itaat ederek öldü saymıştır ! Dolayısıyla onu kurtarmıştır. Şimdi kulübene dön ey Keşiş! Ve şunu asla unutma : Tanrı’nın sevgisi önünde ufacık bir hareket bile değersiz değildir. Hiç bir şey boş sayılmaz, herşey değerlendirilir…
Tanrı’nın sonsuz sevgisini ifade eden, kilise kitaplarından alınmış gerçek bir hikaye
<>
16 Mayıs Aziz Gezgin Brendan, Clonfert’in Başrahibi
484 yılında İrlanda’da, Kerry şehrindeki Tralee kasabasında doğdu. İrlanda’da birçok manastır kurdu, bunların en meşhuru da Galway ilçesindeki Clonfert idi. Onun misyonerlik yolculukları onu İskoç adalarına, mümkün olduğunda Galler’e götürmüştür. Bu yüzden zamanında “Gezgin Brendan” olarak tanınırdı. Huzur içinde uyudu.
9. yüzyıl başlarında bir Latin destanı, Navigatio Brendani (Brendan’ın Yolculuğu), onu Hıristiyan serüveninin kahramanı yaptı. Destan İrlanda’nın batı kıyılarına çok uzak olan yolculukları da içeriyordu. Destan çok güçlü bir kanıt sağlıyor ki bu da İrlandalı gezginlerin 8. yüzyıl başlarında, Vikingler’den önce, Amerika’yı ziyaret etmiş olmasıdır. Ama yine de Aziz Brendan’ın bu gezilerde bulunup bulunmadığı tartışma konusudur. (~577)
<>
Günah itirafı
Hristiyan Kilisesi’nin belki de en yanlış anlaşılan sakramenti günah itirafıdır. Nasıl ortaya çıkmıştır? Bir papazın görevi nedir? İtiraf için özel bir yöntem var mıdır? Kutsal Yazılar bu soruların yanıtlarını içerir.
Günahlarımızla ilgili olarak Tanrı’nın Sözü muhteşem bir vaat verir: Ama günahlarımızı itiraf edersek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır. (1:9). İmanlılar günahlarını tövbe ederek Tanrı’ya getirmeli, temizlenmeli ve bağışlanmalıdırlar.
İlk Hristiyan topluluğunun bu konuda özgün bir uygulaması vardı. İnsanlar ayağa kalkar ve tüm topluluğun huzurunda günahlarını Tanrı’ya itiraf ederlerdi! İsa takipçilerini ışıkta birlikte yürümeye, sorunlarla birlikte yüzleşmeye, “bunu kiliseye anlatmaya” (Matta 18:17) teşvik etmemiş miydi? Bu nedenle Yakup, “günahlarınızı birbirinize itiraf edin” diye yazar (Yakup 5:16). Ancak zaman geçtikçe ve Kilise sayıca büyüdükçe, yabancılar ziyarete gelmeye başladı ve halka açık günah itirafı daha zor hale geldi. Papazlar merhametlerinden dolayı Kilise adına bireysel olarak günah itiraflarına tanıklık etmeye başladılar.
İsa öğrencilerine günahları bağışlama yetkisi verdi. “Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır.” (Yuhanna 20:23; ayrıca bkz. Matta 16:19). Hristiyanlar en başından beri, atanma lütfunun sürünün çobanına, günahlarını itiraf eden ve günahtan dönenlerin günahlarının bağışlanmasına ilişkin sözleri Mesih adına söyleme konusunda anlayış ve şefkat bahşettiğini anlamışlardır. Çünkü Tanrı günahı bizden “doğu batıdan ne kadar uzaksa” (Mezmurlar 103:12) o kadar uzaklaştıracağını vaat etmiştir.
İsa Onikilere, “Siz beni seçmediniz,” dedi, “ben sizi seçtim ve atadım.’’ (Yuhanna 15:16). Aynı öğrencilerine, “Çünkü konuşan siz değilsiniz, Kutsal Ruh olacak” diye söz verdi. (Markos 13:11). Tanrı kimi çağırırsa, onu donatır. Pavlus Timoteos’a şöyle yazar: “Bu nedenle, ellerimi senin üzerine koymamla Tanrı’nın sana verdiği armağanı alevlendirmen gerektiğini hatırlatıyorum. (2.Timoteos 1:6). Papazın Tanrı’ya ve insanlara hizmet etmesini sağlayan Kutsal Ruh’un lütfudur.
Böylece Kilise, imanlılarını teşvik etmiştir: Eğer belirli bir günah işlediğinizi biliyorsanız, bunu saklamayın ve Kutsal Efkaristiya’ya gelmeden önce itiraf edin. Aziz Pavlus şöyle yazmıştır: Kişi önce kendini sınasın, sonra ekmekten yiyip kâseden içsin. (1.Korintliler 11:28), ve Kendimizi doğrulukla yargılasaydık, yargılanmazdık. (1.Korintliler 11:31).
Kral Davut günahıyla ilgili olarak bizim yararımız için kaydedilen bir ders aldı. Yaklaşık bir yıl boyunca, Bat-şeva ile zina etme ve onun kocasını öldürme günahlarını gizlemişti (2.Samuel 11:1–12:13). Daha sonra, peygamber Natan ile yüz yüze gelen Davut, yürekten tövbe etti ve günahını bugün genel itiraf için kullanılan bir mezmurda itiraf etti (Mezmurlar 51). Kurtuluş sevinci ona geri verildi.
İnsanlar “Tanrı’ya özel olarak günahımı itiraf edemez miyim?” diye sorarlar. Bunun için Kutsal Kitap’ta açık bir dayanak olmamasına rağmen, elbette. Kilise’de genel günah itirafı bile gerçekleşir. Tanrı merhametiyle, günahtan ve psikologların inkâr olarak adlandırdığı durumdan kurtulmamız için itiraf sakramentini (daha doğru bir ifadeyle tövbe sakramentini) sağlar. Tek başına dua etmek kolaydır ama içimizi dökmüş olmayız. Bir papazın önünde Tanrı’ya yüksek sesle itiraf etmek ve papazın rehberliğinden ve yardımından faydalanmak çok daha etkilidir.
Böylece, itirafta bulunduğumuz Mesih’in kutsal ikonasının önüne geliriz ve ruhani babamız tarafından yaşamlarımızın temizleyici bir dökümüne yönlendiriliriz. Tanrı’ya her şeyi anlattığımızda, günahlarımızın ve başarısızlıklarımızın adlarını saydığımızda, Mesih’in tüm günahlarımızın bağışlanacağı vaadini duyuran o görkemli kurtuluş sözlerini duyarız. “Git, artık günah işleme!” (Yuhanna 8:11) kararını veririz.
<>
Insanlarin yanlarinda olmadıginda senin hakında ne konuştuklarını bilmek istiyorsan...Sen onların yanındayken başkaları hakında konustukları senin icinde konustuklarıdır.
<>
Gerçek hristiyan
Bugünkü Elçisel okuma tarihi bir öneme sahiptir. Diğer şeylerin yanı sıra, elçi Pavlus ve Barnabas tarafından Antakya’da yürütülen misyonerlik çalışmalarını, Mesih’e iman edenlerin ilk kez Hristiyan olarak adlandırılmasını öğreniyoruz. O zamandan beri, Kutsal Üçlü adına vaftiz edilen herkes Hıristiyan olarak adlandırılır. Ancak, onlar gerçek Hristiyanlar mı? Vaftiz bizi Kilise’ye dahil eder. Ancak bizi gerçek Hristiyanlar olarak dönüştürür mü? Yoksa içimizde Kutsal Ruh’un lütfunu harekete geçiren ve hayatımızın her alanında Hristiyan kimliğimizi doğrulayan belirli niteliksel özelliklerle ayırt edilmeli miyiz?
Haça “gerilmemizden” Dirilişimize giden güzergahımız
Gerçek bir Hristiyan, acı çeken ve Haça “gerilen” insanıdır. “Mesih’i takip etmek isteyen herkes, Kurtarıcı gibi iki duruma katılacağını bilmelidir: alay konusu olma ve çarmıha gerilme. Çoğu insanın gözünde sürekli gülünç görüneceğini ve ayrıca, Hristiyan olarak adlandırıldığı andan itibaren acı çekmenin ve Haç’ın onun ebedi kardeşi olacağını bilmelidir” (Peder Nikolai Steinhart).
Bir Hristiyan’ın hayatı güllük gülistanlık değildir. Kişisel Golgota’ya doğru kesintisiz bir güzergahtır. Ancak Hristiyan için yaşamın sevinci, çeşitli denemelere rağmen, Diriliş umududur.
Tanrı’nın krallığının bir ön tadı
Gerçek bir Hristiyan, ikiyüzlülükten uzak duran ve Tanrı’nın iradesini bir yaşam biçimi haline getiren kişidir. Daha önce dediğimiz gibi, “ikiyüzlülük ve sapkın bir ruhla, kişi gerçeği yeryüzündeki yargıçlardan gizleyebilir ve sonra unutulmayı bekleyebilir. Hristiyan için ise durum tamamen tersidir. Ve bu ikiyüzlülüğün varlığı onun için akıl almazdır.
Zira Hristiyan, hiçbir şeyin Tanrı’nın gözünü aldatamayacağını, unutkanlığın Tanrı’nın hafızasında düşünülemeyeceğini ve hiçbir şeyin O’nun gözünden saklanamayacağını bilir.” İkiyüzlülük, İsa Mesih’in sevgi ve barış ruhuna tamamen yabancı, yanlış yönlendirilmiş ve eksik bir imanın meyvesidir.
Gerçek bir Hristiyan, bu hayatta Tanrı’nın Krallığını deneyimleyen kişidir. Çağdaş bir keşişin yazdığı gibi, “Hristiyanların dünyadaki rolü, yeryüzünün atmosferini filtrelemektir, böylece Tanrı’nın Krallığı atmosferi sürekli olarak zemin kazanabilir. İçimizdeki Cennet atmosferini koruyarak tüm dünyayı koruyabiliriz, çünkü Semalardaki Krallığını kaybedersek ne kendimizi ne de başkalarını kurtaramayız. İçinde Tanrı’nın Krallığını barındıran kişi, bunu fark edilmeden başkalarına aktaracaktır” (Üstat Thaddeus).
Gerçek bir Hristiyan, sevgi ve sürekli tövbe eden, insanlar arasında ayrım yapmayan, onları eşit olarak, Tanrı’nın yaşayan imgeleri olarak kabul eden koşulsuz bir sevgi ile yaşayan bireydir. Ama aynı zamanda Tanrı’nın sevgisine ve birliğine geri dönmenin tek yolu olan tövbeyle (metanoia) yaşamayı seçen kişidir.
Mevcut riskler
Soru şu ki, bunlar gerçek bir Hristiyanın özellikleri olmasına rağmen, sözde Hristiyan dünyası neden zamanımızda bu bataklığa düştü? Açıkçası, çünkü biz gerçek Hristiyanlar değiliz, çünkü acı çekmek ve Haça “gerilmek” yerine, ahlaksızlıkların edinilmesine yol açan maddi refahın hoşgörüşünü seçtik. Öz Ortodoksluk yerine, kendimizi dinin biçimleriyle sınırladık, ikiyüzlü ve kolay bir dindarlık yaşadık. Sevgi yerine, etrafımızda olup bitenlere kayıtsız, bencilliği seçtik. Tövbeyle yaşamak yerine, Mesih’i zayıflığımızın ölçülerine uyarladık, kendi içimizde yıkım tavizleri verdik.
Yaşadığımız krizin çözümü yeniden gerçek Hristiyanlar olmaktır, o zaman etrafımızdaki her şey değişmeye başlayacaktır, çünkü önce içimizde değişmiş olacaklar!
<>
30 Mayıs Azize Makrina, aziz büyük Vasilios ΄un babaannesi
“Aziz Büyük Vasilios’un babaannesi, dindarlığı ve zekâsıyla seçkin biriydi. O Aziz Mucizelerişçisi Niksarlı Grigorios’un öğrencisiydi. Diyokletian’ın yönetimi döneminde, kocası Vasilios ile birlikte evini terk etti ve ormanlara, kurak alanlara saklandı. Evlerine el konulmuş olmasına rağmen asla pişmanlık duymadılar. Allah’a olan sevgileri dışında her şeyi bıraktılar, eski bir ormana yerleşip orada yedi yıl yaşadılar. Allah’ın takdiri ile dağlardan onlara keçiler geldi ve yiyecek sağlamış oldular. İkisi de Hıristiyan inancı için büyük acılar çektikten sonra, dördüncü yüzyılda barış içinde öldüler.” (Prologue) (4. yy)
<>
31 Mayıs yetmişlerden aziz havari Hermes
Ondan Aziz Havari Pavlus’un Mektupları’nda bahsedilmektedir (Romalılar 16: 14). Kilise’nin ilk yüzyılında piskopos olarak hizmet etti ve şehit olarak öldü. Onun kitabı, Çoban, Yeni Antlaşma dışında yazılmış en eski Hıristiyan yazmalarından biridir. Kilise tarafından da öyle bir saygıyla muhafaza edilmişti ki bazen Kutsal Kitap’ın eski koleksiyonları arasında bulundu.
Hermes zengin bir adamdı fakat günahları dolayısıyla fakirliğe düştü. Beyaza bürünmüş ve elinde asa tutan bir adam, Aziz Hermes’e göründü. Ona kendisinin Rab’in tövbe meleği olduğunu söyledi ve ona on iki emir verdi:
“*Allah’a inan.
*Sadelik ve saflıkta yaşa.
*Gerçeği sev ve yalandan kaç.
* Düşüncelerini iffette tut.
*Ruhun bağışlayıcılığını ve sabrını öğren.
*Bil ki her insana bir iyi bir de kötü ruh eşlik eder.
*Allah’tan kork ama şeytandan korkma.
*Her iyi eylemi gerçekleştir ve her kötü eylemden kendini dizginle.
*Allah’a imanla kalbinin derininden dua et ki duan duyulsun.
*Şüphenin kızı olan melankoliden ve sinirden kendini koru.
*İyi ve kötü kehanetleri sına.
*Kendini her kötü arzudan koru.”
https://www.ortodokslartoplulugu.com/azizlerimizin-hayat-hikayeleri/31-mayis-yetmislerden-aziz-havari-hermes/
<>
Sonsuz Εgemenlik
Çok az sayıda aziz henüz bu hayattayken cenneti görerek kutsanmıştır. Yeşaya cenneti gördü (Yeşaya 6:1-8), Hezekiel de öyle (Hezekiel 1:1-28) ve elçi Yuhanna yeni bir gökyüzü gördü- Tanrı’nın sonsuz Egemenliği bir kent olarak göründü (Vahiy 21:1–22:5).
Bu bölümleri okuduğumuzda, bol miktarda gizemli, kıyamet imgesine dikkat ederiz. Ancak bu bölümler arasındaki güçlü benzerlikler, görümlerin bildirilmesinde esinlenmiş bir tutarlılık olduğunu göstermektedir. Diri yaratıklar, Işık, Heruvimler, Taht ve Rab’bin görkemi, hep birlikte göksel bir görkem ve ihtişam egemenliğini ortaya çıkarmak için etkindir.
Peygamber Yeşaya ve Elçi Pavlus birlikte “Tanrı’nın kendisini sevenler için hazırladıklarını Hiçbir göz görmedi, Hiçbir kulak duymadı, Hiçbir insan yüreği kavramadı” şeklinde ikrar etmesine rağmen (1.Korintliler 2:9) Kutsal Yazılar’ı bir bütün olarak ele aldığımızda, sonsuz Egemenlik hakkında bazı şeylerin söylenebileceğini görürüz.
1 Tanrı’nın Egemenliği’nde yaşayan kutsallar, O’nun ebedi tasarısının etkin bir şekilde gerçekleşmesinde yaşarlar. Egemenlikt’te insanlık olması gerektiği gibi olur. Kutsal Yazılar’da sonsuz yaşamın, insanların devasa beyaz bulutlar üzerinde pasif bir şekilde ebetler ebedince arp tıngırdatması anlamına geldiğini gösteren hiçbir şey yoktur.
Başlangıçta cennette yaşamak üzere yaratılan ilk ebeveynlerimiz Tanrı’ya karşı günah işlemeyi seçtiler ve cennetten kovuldular. Tanrı’nın Egemenliği insanlığa kapatıldı (Yaratılış 3:24). Ancak Tanrı sevgisiyle, yasa ve peygamberler aracılığıyla ve nihayetinde beden almış Oğlu aracılığıyla bizimle konuşarak, yarattıklarını Kendisine geri çağırdı.İsa Mesih’teki yeni yaşam sayesinde, Tanrı’nın merhametiyle yeni yaratılışa, O’nun sonsuz Egemenliğine geri getirildik. Krallar ve kâhinler olarak O’nunla birlikte sonsuza dek hüküm süreceğiz (Vahiy 1:6).
2 Kilise’de Egemenliğin ön deneyimini yaşarız. İlahi Liturji’nin papaz tarafından söylenen ilk sözleri şu şekildedir “Peder’in, Oğul’un ve Kutsal Ruh’un krallığı şimdi ve daima ve ebetler ebedince mübarektir. ‘’ Tapınma sırasında Kilise göksel egemenliğe katılır, yükselir. Çünkü Kilise’de “Mesih İsa’da göksel yerlerde birlikte” (Efesliler 2:6) otururuz ve “Tanrı’nın sağında oturan Mesih’in bulunduğu yere” (Koloseliler 3:1) yükseltiliriz.
Tapınmada, Tanrımıza övgüler sunarken göksel ordulara- kutsallara ve meleklere- katılırız. Mesih’in bedeni olarak, “Tanrı’nın tahtına” (İbraniler 12:2) gelirken bizi çevreleyen “büyük tanıklar bulutu” na (İbraniler 12:1) katılırız. Litürjik olarak “yaşayan Tanrı’nın kentine, göksel Yeruşalim’e, sayısız melek topluluğuna, adları göklerde yazılmış olan ilk doğanların topluluğuna ve kilisesine, her şeyin yargıcı Tanrı’ya” (İbraniler 12:22-23) geliriz. Bu göksel görüyle Ortodoks Kilisesi her Pazar sadece toplulukta bulunanları değil, “bizden önce rahata erişip burada dindarlıkla defnedilmiş olanları” da hatırlar.
3 Egemenliği tanımak bizi Mesih’e tam bir bağlılık içinde yaşamaya teşvik eder. Bu yaşamda, Egemenliğin doluluğunu aramak için bize ilham veren bir ön deneyime sahibiz. Pavlus’un sözleriyle, “Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. (1.Korintliler 13:12). Tapınma tek başına yapılan bir eylem değildir. Daha ziyade Mesih’in Gelini, tek Kilise – yeryüzündekiler cennettekilerle birleşiyor – bizi muhteşem egemenliğinin vatandaşları yapan Tanrımız ve Kralımıza şükrediyor.
Elçi Yuhanna şöyle yazar: ‘’’Sevgili kardeşlerim, daha şimdiden Tanrı’nın çocuklarıyız, ama ne olacağımız henüz bize gösterilmedi. Ancak, Mesih’in göründüğü zaman O’na benzer olacağımızı biliyoruz. Çünkü O’nu olduğu gibi göreceğiz. Mesih’te bu umuda sahip olan, Mesih pak olduğu gibi kendini pak kılar.” (1.Yuhanna 3:2-3).
<>
34. Mezmur
Her zaman RAB'be övgüler sunacağım,Övgüsü dilimden düşmeyecek.RAB'le övünürüm, Mazlumlar işitip sevinsin!Benimle birlikte RAB'bin büyüklüğünü duyurun,Adını birlikte yüceltelim. RAB'be yöneldim, yanıt verdi bana,Bütün korkularımdan kurtardı beni.O'na bakanların yüzü ışıl ışıl parlar,Yüzleri utançtan kızarmaz.Bu mazlum yakardı, RAB duydu,Bütün sıkıntılarından kurtardı onu.RAB'bin meleği O'ndan korkanların çevresine ordugah kurar,Kurtarır onları.Tadın da görün, RAB ne iyidir,Ne mutlu O'na sığınan adama!RAB'den korkun, ey O'nunkutsalları,Çünkü O'ndan korkanın eksiği olmaz.Genç aslanlar bile aç ve muhtaç olur;Ama RAB'be yönelenlerden hiçbir iyilik esirgenmez.Gelin, ey çocuklar, dinleyin beni:Size RAB korkusunu öğreteyim.Kim yaşamı seviyorsa,İyi günler görmek istiyorsa,Dilini kötülükten,Dudaklarını yalandan sakınsın.Vazgeçin kötülükten, iyilik yapın;Barış için çalışın, barışın ardından koşun.RAB'bin gözleri doğru insanların üzerindedir,Kulakları onların yakarışına açıktır.RAB'bin yüzü kötülere karşıdır,Onların anısını yeryüzünden siler.Doğrular yakarır, RAB duyar;Bütün sıkıntılarından kurtarır onları.RAB gönlü kırıklara yakındır,Ruhu ezginleri kurtarır.Doğrunun dertleri çoktur,Ama RAB hepsinden kurtarır onu.Bütün kemiklerini korur,Hiçbiri kırılmaz.Kötü insanın sonu kötülükle biter,Cezasını bulur doğrulardan nefret edenler.RAB kullarını fidyeyle kurtarır,O'na sığınanların hiçbiri ceza görmez.
<>
Kutsal Ruh’un yaşam veren güçü
Bugün, Kilise’nin doğum gününü kutluyoruz. Bu günde, bugünkü Elçisel okuma bölümünde aktarıldığı üzere, Kutsal Ruh “ateşten dillere benzer şekilde” (Elçilerin İşleri 2:3) kutsal Havarilerin üzerine indi, onları Ruh’un taşıyıcıları kıldı ve Kilise’nin Bedenini kurdu. O andan itibaren bu Bedeni birleştiren ve ona hayat veren O’dur.
Kutsal Ruh’un mevcutiyeti
Kutsal Ruh, fiziksel biçimde insan gözüyle görünmese de dünyaya, insana ve Kilise’ye hayat veren açık bir yaşam gücüdür. Nasıl ki Kilise’nin Bedeni’nin Başı ve Kurtarıcısı olan Mesih her zaman oradadır, ona hayat verir ve onu inşa eder, aynı şekilde Kutsal Ruh da her zaman Kilise’nin içindedir. Lütfuyla onu kutsar, işler ve ona hayat verir. Aziz Altın Ağızlı Yuhanna’nın yazdığı gibi: “Kilise’yi işleyen, Ruh’un ilahi lütfudur.” Bu nedenle, Pentekost (Ellinci Gün Bayramı) gününden itibaren, Kilise’nin Bedeni üzerine indiği anda, Kutsal Ruh bu Tanrı-insan Bedeninin ruhu olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
«Gel ve aramızda yaşa»
Hepimiz, Kilisenin bedenini oluşturanlar olarak, Kutsal Ruh içinde yaşamaya çağrılmışızdır. Böylece O da içimizde konaklayabilir. Elbette bu kutsal hedef, ne sihirli bir yolla gerçekleşir ne de Tanrı tarafından çabasızca bahşedilir ne de Tanrı tarafından çaba gösterilmeden bahşedilir. Bu, bir ruhsal mücadele, bütün bir yaşam süren bir mücadele gerektirir. Doğru, gerçek ve kurtarıcı bir inanca sahip olduğumuzda, Kutsal Ruh’un lütfunu alabilir ve Ruh taşıyanlar olabiliriz. Çünkü kurtarmayan bir inanç da vardır: şeytanların inancı.
Başta kutsal İtiraf ve İlahi Efharistiya olmak üzere Kilise’nin kutsal Gizemlerine katıldığımızda, Tanrı’ya alçakgönüllülük ruhu ve kırık bir kalple dua edip ibadet ettiğimizde, günah ve tutkuların düşüncelerine karşı sürekli mücadele ettiğimizde, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirip O’nun isteğine uyarak, Havari Pavlus’un dediği gibi, ‘sevgi, sevinç, esenlik, sabır, iyilik, cömertlik, sadakat, yumuşak huyluluk, kendine hakimiyet’ (Galatyalılar 5:22-23) olan Kutsal Ruh’un meyvesinin içimizde olgunlaşması için çabaladığımızda, yaşamımızın yönünü gökyüzüne doğru çevirdiğimizde, bu hayatın geçici ve yok olmaya mahkûm şeylerine zararlı bağlardan vazgeçtiğimizde Kutsal Ruh’un lütfunu alırız. Bu şekilde yaşayan insanlar daima ruhsal olarak canlı hisseder çünkü sürekli olarak Kutsal Ruh’un hayat verici lütfuyla hayat bulurlar.
Aydınlanmamış olanlar
Peki, Kutsal Ruh’un mevcutiyeti dışında yaşamayı seçen, Tanrı’ya karşı inkar ve inançsızlık sergileyenlere ne olur? Belirtildiği gibi, Kutsal Ruh olmadan insan, bilimde, sanatta, felsefede genellikle çok gelişmiş yeteneklere sahip olsa da, gerçek insanlığa sahip olmayan, yani insanı gerçek insan yapan, Mesih’in suretiyle uyumlu kılan özelliklere sahip olmayan insan benzeri bir varlıktır.
Kutsal Yazılar ve Babalar’ın öğretisine göre, insanın içinde bulunan Kutsal Ruh, Tanrı’ya karşı bir ilişki ve bağlılık, özünde bir yönelim ve tam bir teslimiyet anlamına gelir. Ayrıca, insanın içindeki Kutsal Ruh, onu aydınlatan ve kutsayan bir güçtür; bu güç, insanı gerçek amacına, yani Mesih’e doğru yönlendirir ve iter. İnsan içinde Kutsal Ruh yoksa, varlığı karşıt güçlere yönelir ve içinde kötülüğün ruhu bulunur.
Aynı anda, Kutsal Ruh’un yokluğu ruhun çürümesine (ölümüne) yol açar. Pelusiyalı Aziz Isidor kesin bir şekilde belirtir: “Adem için ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıyla değil, Kutsal Ruh’un ölümsüz ruhtan ayrılmasıyla olmuştur.”
Yukarıdakilerden sonra, Kutsal Ruh’un yokluğunun ruhun kaybına yol açan ruhsal bir ölüm olduğu, O’nun hayatımızdaki varlığının ise gerçek yaşamı, ebedi yaşamın bir örneğini ve tadımını oluşturduğu, bu yaşamı ‘Kutsal Ruh’ta’ elde edebileceğimiz açıktır. Amin!
<>
Sabır sahibi olmak
Bugün Kilisemiz, tüm çağlardan Azizlerini önümüze koyar ve onları onurlandırır. Bu nedenle, Elçisel okuma bize Eski Ahit’in kutsanmış ve şehit olmuş şahsiyetlerini sunar. Onlar, bir bakıma, Tanrı-İnsanın tarihe girişinin habercileri olmuşlardır. Metnin sonunda Elçi, Azizler ve şehitlerden oluşan bir bulutla kuşatılmış olan Hristiyanlara, günahı üzerlerinden atmalarını, tıpkı Mesih’ten önce yaşamış Hristiyanların göğüs germiş olduğu acılara ve denenmelere katlanmaları gibi hayatın arenasında sabır mücadelesi içinde kendilerini eğitmelerini öğütler.
Çok yönlü denemelere karşı ilahi deva
Bu nedenle, sabır gibi büyük bir erdeme dair birkaç sade düşünceye yer vereceğiz çünkü bu erdem, hayatın her bireyi ayrı ayrı meşgul eden çok yönlü sınamalarıyla yüzleşmek için çağımızda zaruri bir ihtiyaç olarak görünmektedir.
Problemlerin ve sıkıntıların ağırlığı altında, sabır çalışması sık sık güçsüzlük ve teslimiyet tavrı olarak görünür. Bu, kötülüğü tersine çevirecek güce sahip olmayan, dayanılmaz baskılarla, yoksunluklarla ve hayatın altüst oluşlarıyla baş edemeyen insanlara aittir. Dünyanın algısında sabır olumsuz bir anlam kazanır. İnsanın sürekli kazanma, sahip olma ve mutlu olma telaşıyla bağdaştıramaz. Sabır, durumların düzelmesi ve tersine dönmesi umuduyla bekleme hali olarak görülemez. Buna karşılık, Kilisemiz sabrı en yüce erdem olarak kabul eder ve üyelerini hayatın zorluklarını aşmak için bu erdemde çaba göstermeye çağırır.
Dürtülerden kaçınma
Çağdaş bir psikoterapist şöyle belirtir: “Sabır, veri işlenirken tepki verilmediği kutsanmış zamandır. Sabırsız, dürtüsel tepkilerden kaçınmak için gereken kutsanmış zamandır çünkü bu tür tepkiler, sonuçsuz davranışların mutsuz tekrarına yol açar. Sabır, doyumsuz ihtiyacın tüketmesi gereken kutsanmış zamandır çünkü o, aşmanın özgürlüğünü arar. Bu durum, yeni önemli bir keşfi işleyen bilimsel bir laboratuvara benzer. Orada herkes uyanıktır ama aceleci hareket etmez, çünkü bu onları aranan hedeften uzaklaştırır. Bu nedenle, sabır tepki vermemek değil, işlenmiş bir tutumdur. Dürtüsel, ani tepkilerden kaçınmaktır. Sabır, başkalarının haksız davranışları karşısında mağduriyete yol açmaz. Aksine, işlevsel bir ilişki kurma biçiminin yaratıcısı olmaya çalışır…”
Umutlarımızı Tanrı’ya bağlayalım
Aziz Nektarios’un konuya yaklaşımı çok ilginçtir. Özellikle sabrı uygulamış, birçokları için korkunç ve aşılmaz görünen çeşitli sıkıntılar ve sınavlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Aziz şöyle öğretir: “Sıkıntılara sabırla katlanmalıyız. Birincisi, çünkü sabırsızlandığımızda kimseyi duymayız. Sadece bu da değil, acılarımızı daha da artırırız. İkincisi ise, bu hayatta sıkıntılara sabreden kişi, gelecek yaşamda bir ödül alacaktır, çünkü sabrı aracılığıyla aslında gelecek yaşama, yani Tanrı’ya olan inancını itiraf etmiş olur…”
Daha sonra sabra eskatolojik bir boyut kazandırır: “Hristiyanın, sıkıntılarından dolayı rahatsız olması uygun değildir, çünkü Mesih gizemli bir şekilde onu rahatlatır ve teselli eder. Mesih, ruhunda gizli bir şekilde çalışarak, kurtarıcı lütfuna dair sağlam bir inanç oluşturur ve insanı sıkıntılarla mücadelede güçlendirir, böylece hayatın acılarını ve çilelerinin ıstırabına sabırla dayanır. Hristiyan dayanmalıdır, çünkü az bir sıkıntı karşılığında göksel Krallığı miras alacaktır…”
Aziz Nektarios, bu dünyada çeşitli şekillerde sınanan herkes için şöyle eder: “Tanrı’ya umut bağlayalım. Felçliyi iyileştiren O, bizim acılarımızda da yardım edecektir. Biraz daha sabredelim, Rabbin lütfu gelecek. Göksel Krallık için biraz daha dayanmalıyız. Çünkü sonunda sabreden kurtulacaktır.” Amin!
Arhimandrit E. Oik. Foni Kiriou (Rab’bin Sesi) 24 numaralı broşürden alıntılanarak tercüme edilmiştir 15 Haziran 2025 Pazar
<>
2 Temmuz Aziz Yuhanna (Maksimoviç), Sanghay’ın ve San Francisco’nun Başpiskoposu
Bu ışıl ışıl parlayan günümüzün azizi, 1896 yılında Rusya’da doğdu. 1921 yılında ailesi Rus Devrimi’nden kaçarak, onun önce bir keşiş sonra da papaz olarak atandığı yer olan Sırbistan’a göç etti. Manastır hayatına girişinden itibaren çeşitli çileci hayat şartlarına adapte oldu; hayatının geri kalanında bir daha asla yatakta uyumadı, sadece bir sandalyede ya da ikonların önünde secde etmiş şekilde kısa uyku uyudu. Günde sadece akşamları bir öğün yerdi. Sırbistan’da seminerler verirken, onlara bir günde altı saati ibadete, altı saati duaya (İbadet dahil değil!), altı saati iyi işlere ve diğer altı saati de dinlenmeye -ki bunun içinde uyuma kadar yeme içme ve duş alma da var- ayırmalarını öğretti. Seminerlerini bizim bilmediğimiz nasihatleri izledi fakat kendisi bunlara uymakla kalmayıp aynı zamanda aştı.
1934 yılında Şanghay piskoposu yapıldı (Yurt dışında olan bir Rus kilisesinde), orada yalnızca göçmen Ruslara değil aynı zamanda yerli Çin cemaatine de hizmet etti; zaman zaman Aşa-i Rabbani’yi(Rab’in Sofrası) Çince yaptı. Komünistler Çin’de güçlendiğinde, sürüsünü güvenli şekilde önce Filipinler’e sonra çeşitli batı ülkelerine ve Birleşik Devletler’e tahliye etmek için yorulmadan emek verdi. Paris ve Brüksel’de Piskopos olarak hizmet etti, sonra, 1962 yılında San Francisco’nun Başpiskoposu yapıldı. Hayatı boyunca ona, bir keşiş ve üst düzey ruhban olarak, çileci işleri ve aralıksız şefaatleri için büyük saygı duyuldu (bazen de bunlardan dolayı kınandı). Yaşadığı zaman ve o zamandan bugüne onun duaları aracılığıyla her türlü sıkıntıya birçok mucizevî iyileşme geldi. Bir keresinde Şanghay’da, kilise bekçisi gece yarısından sonra duyduğu sesleri araştırarak bir gece Piskopos Yuhanna’yı fark etti, çan kulesinde ayakta duruyor ve şehre bakarak tüm halk için dua ediyordu. Yıllar sonra, New York’taki Kutsal Üçlü Manastırı’nı ziyaret ettiğinde, onu ağırlamaktan sorumlu olan papaz, gece onu manastırın koridorlarında dolaşıp her bir odanın önünde durup içinde uyuyan keşiş ya da seminer öğrencisi için dua ettiğini gördü. Bütün odaları bitirdiğinde tekrar başa dönüp yeniden dua etmeye başlıyordu; yani bu şekilde tüm geceyi geçiriyordu.
Başpiskopos olmasına rağmen, neredeyse fakirlik içine yaşadı. Görünüşü şaşırtıcıydı: Cüppesi mavi, Çin “köylü kumaşından” yapılmıştı. Şanghay’da onun ilgilendiği yetimlerin dikmiş olduğu haçlarla basitçe süslenmişti. Onun Piskoposluk ‘tacı’ genellikle kâğıt ikonalar yapıştırdığı kumaş bir şapkaydı. Amerika Birleşik Devletleri’nde bile, hatta Aşa-i Rabbani ayinini yaparken bile (ki her gün yapardı), tüm mevsimler çıplak ayakla giderdi. Sonunda mikrop kapmış ayaklarla hastanelik olduğunda, Metropoliti ona ayakkabı giymesini emretti. Bundan sonra da, sandalet giymeye başladı. Söylemeye gerek yok ki o piskoposlarının dünyevî bir görüntüsü olmasından hoşlananlar için bir utançtı. Fakat yine de dünyanın her tarafındaki cemaatleri arasında yaşarken onu Aziz sayanlar daima vardı.
1966’daki vefatına müteakip, şefaatleri aracılığıyla birçok şifa ve mucize vuku buldu, 1996 yılında da Kilise’nin bir Aziz’i olarak onurlandırıldı. Onun bozulmamış ve mucizeler yapan kutsal emanetlerine San Francisco’daki katedralinde hürmet edilebilir. Aziz Yuhanna’nın cenazesinde, okuyucu matemini şu sözlerle belirtti: Başpiskopos Yuhanna Ortodoks Kilisesi’nin ruhsallığını batıda, şehir hayatında ve modern dünyada bile dopdolu yaşayabildiği için, bizim hiçbir bahanemiz yok.
Dipnot: Aziz Yuhanna Sırbistan’da keşişken, trende birisiyle tanıştı. Bu kişi ona istikametini sorduğunda Keşiş Yuhanna şöyle yanıtladı, “Bir hatayı düzeltmeye gidiyorum. Piskopos yapma niyetinde oldukları bir diğer Yuhanna için yazılmış mektup bana ulaştı.”. Aynı kişi dönüş yolunda da ona rastladı ve bu sorunu çözmede yardımcı olup olmayacağını sordu. Aziz Yuhanna şöyle yanıtladı, “Hata düşündüğümden daha kötüymüş; beni piskopos yaptılar.”.
(1966) (ESKİ TAKVİMDE 19 TEMMUZ)
<>
Αziz Efrem’in duası
Rabbim ve yaşamımın öğretmeni,
aylaklığın, bitkinliğin, hakimiyetin ve gereksiz övüngen sözlerin ruhunu benden uzaklaştır.
Dürüstlüğün, alçak gönüllüllüğün, sabrın ve iyilik severliğin ruhunu hizmetkarına ver.
Evet Rabbim ve kralım, bana kendi hatalarımı görmemi ve kardeşimi yargılamamayı nasib et.
Keza sonsuza dek yücelik senindir. Amin.
Ortodoks mezhebi tümüyle kusurlu insan aklını, günahlι hasta insanι iyileştirmeye çalışır. Sarovlu aziz Serafim tinsel deneyimlerinde: “İç huzuru elde et ve etrafında binlerce can kurtulacaktır.”, diyordu. Niçin, çünki Mesih’ in verdiği barışı hiç bir kimse içimizden alamaz ve içimizde duran umudun nedenini bize soran kimseye onun (Mesih’in) görkemli işlerini, armağanlarιnι ebedi bir yaşamın yönelişini içimiz de taşıdığımızın müjdesini bildiririz.
Aziz Sarovlu Serafim’in yorumu
Aziz Efremin bu duası Pazartesinden Cumaya kadar her oruç ayinin sonunda iki kez okunur (Cumartesi ve Pazar günleri okunmaz). Allah’tan istenen her istemden sonra secde kılınarak bir defa denir, sonra; “Ey Allah bana merhamet et” diyerek on iki kez eğilerek söylenir. Bunun sonunda da son bir secde daha kılınarak aynı dua yeniden tekrarlanır.
Oruçun bu liturjik duasında neden bu kadar basit ve kısacık bu dua o denli önemli yer tutar ? Çünki tövbenin bütün olumlu ve olumsuz öğelerini sıralar ve oruca kişisel çabamız için adeta bir özet oluşturur. Bu çaba, yaşamımızı derinden etkileyen ve bizi pratikte Allah’a dönmemizin olanaksızlığı içinde bırakan temel bazı tinsel ( spirituel ) hastalıklardan özgürleştirip kurtarmayı amaçlar.
Temel hastalık, aylaklık ve tembelliktir. Bu hastalık, bizi yukarıdan (Tanrı’ya ) daha ziyade aşağıya doğru çeken, sürekli olarak da yaşamımızda hiç bir değişimin ne mümkün ne de istenebilir olduğunu ikna etmeye çalışan tüm varlığımızın pasifliği, tuaf bir iç sönüklüğüdür. Bu gerçekten de her türlü tinsel çağrıya ( neye yarar ) diye yanıt veren ve yaşamımızı korkutucu tinsel bir çöl yapan derince içimize yerleşen kinizim ( utanmazlık , edepsizlik anlamında ) felsefesidir . Bu tembellik her günahın kökenidir, çünki ruhsal enerjiyi bizzat kaynağında zehirler.
Tembelliğin sonucu bezginliktir. Tüm tinsel babaların can için en büyük tehlike olarak gördükleri bitkinlik yada (acédie) depresyon halidir. ( L’ acédie ) ruhi depresyon yada bulanım insan için iyi yada olumlu bir şeyi kabul etmekteki olanaksızlığını dile getirir: her şey olumsuzluğa ve kötümserliğe indirgenir. Şeytan başlangıçtan yalancı ve katil olduğundan bu durum şeytanın bizim tinsel deneyimsizliğimizden yararlanarak içimizde kurduğu iktidardır. Yaşamı olumsuzluklarla ve karanlıklarla doldurur. Bezginlik cannın intihardır, keza bunu taşıyan insan ne ışığı (Rab’bin güneşini ) görmeye yada onu istemeye muktedir olabilir .
Bu ne kadar olağan dışı görünürse görünsün yaşamımızı hakimiyet isteği ile dolduran bezginlik ve tembelliktir açıkcası. Bu iki durum, yaşam önündeki tutumumuzu tümü ile kirleterek ve yaşamımızı her türlü anlamdan boş ve yoksun kılarak bizi başkalarına karşı radikal olarak yanlış bir tutum içinde telafi (compénsation) arayışına zorlarlar .
Eğer yaşamımız Allah’a yönelmemişse ebedi değerler aramayalım, keza kaçınılmaz olarak yaşamımız bencilleşip kendi üzerimizde yoğunlaşacaktır, yani tüm varlıklar kendi öz tatminimizin hizmetinde ki araçlar olacaktır. Eğer Allah yaşamımızın öğretmeni ve Rab’bi değilse o zaman kendi kedimizi (Tanrı benim anlamında) rab ve öğretmen kılarız ve o zaman yine her şeyi kendi öz değerlerimize göre hesaplamaya başlarız. Bu tarzda hakimiyet ruhu başkalarıyla ilişkilerimizi temelden kirletir, onları kendimize boyun eğmeye zorlarız. Bu kusur zorunlu olarak başkalarına hakim olmak yada emretme ihtiyacında da dile gelmez. Bu duyarsızlığa, horlamaya, ilgi, sevgi ve saygı yokluğuna da götürebilir. Tembellik ve bezginlik budur ve tinsel (spirituel) intihar tinsel cinayetle son bulur …
Ve bitirirken gereksiz boş sözler üzerine: Yaratılan tüm varlıklardan sadece insan varlığı sözün armağınıyla donatılmıştır. Tüm aziz Pederlerimiz orada Allah’ın imgesinin insandaki mühürünü görürler. Keza Allah kendini sözü olan Mesih’de belirmiştir. (Bkz. Yuhanna 1,1). Fakat O Allah’ın en üstün armağanı olduğuna göre, insana dilin söylediği sözün armağanı da aynı şekilde en yüksek tehlikedir. Bu armağan insanın anlatımı, kendi kendine yerine getirmenin aracı olduğuna göre, onun düşüşünün ve öz yıkımının, ihanetinin ve günahının da fırsatı ve nedenidir. Söz kurtarır ve söz öldürür de. Söz hem esinler hemde zehirler ve aynı şekilde söz gerçekliğin ensrümenti ve şeytani yalanında babasıdır. Aşırı pozitif bir kudrete sahip olduğundan giderek olumsuz bir kudrete de sahiptir. Gerçeklikte olumlu ve olumsuz olarak yaratır. Fakat kökeninden ve Tanrısal ereklerinden döndüğünden boş, temelsiz olur. Tembelliğe, bezginliğe, hakimiyet ruhuna el verip ve yaşamı cehenneme dönüştürür, günahın kudretidir. (Not: Gereksiz boş sözler hakkında Yakub’un mektuna bakınız ve lütfen okuyunuz: Yakup 3,1-12)
İşte tövbede amaçlanan dört olumsuz nokta; Bunlar elenmesi gereken engellerdir, fakat yanlızca Allah’ın inayetiyle bu yapılınabilir. İnsanı güçsüzlüğümüzün dibinden çıkan bu çığlık oruç duasının ilk bölümü buna dayanır (Daima Allah ’ ın inayetine ihtiyacımız var). Bununla birlikte dua tövbenin pozitif amaçlarına ulaşır.
İffet (temizlik), yanlış biçimde sık sık yapıldığı gibi, cinsel kabulüne indirgenmez ise iffet tembellik pozitif karşılık olarak görüle bilir. ‘’SOPHROSYNI Yunanca teriminin doğru ve tam çevirisi “Tam dürüstlüktür”. İffet terimiyle alışık olarak cinsel bozukluğa karşıt erdemi belirtiyorsak, parçalanmış varoluşumuzun karakteri hiç bir yerde cinsel istekten, bedenin yaşamla ve ruhun denetimiyle bölünmesinden daha fazla belirgin değildir. Mesih içimizde bu dürüstlüğü yeniden kurar ve onu değerlerin gerçek aşamasını yeniden vererek, bizi Tanrı’ya getirerek yapar.
Dürüstlüğün ve iffetin ilk hayran olunacak ürünü ALÇAKGÖNÜLLÜLÜKTÜR. Bu bize alışık olarak yaşadığımız her tür yalanların elenmesine yardım eder. Yanlızca alçak gönüllülük Tanrı’yı, onun yüceliğini, inayetini ve sevgisini her şeyde görmemizi sağlar. Bunun için Allah Kutsal sözünde bize şunu der:Tanrı kibirlilere karşıdır, ama alçakgönüllülere lütfeder ( Bkz. Petrus 3,34; Yakub 4,6; 1 Petrus 5,6 ).
İffet ve alçakgönüllülük doğal olarak sabrı izlerler. Düşmüş ve doğal insan sabırsızdır, çünki ruhsal dünyası kör olduğundan başkalarını hemen yargılamaya hazırdır. Her şeyler hakkında yanlızca eksik ve yanlış görürse sahip olduğundan her şeyi kendi düşünce ve kanılarına göre yargılar. Kendisinin dışında hiç bir kimseye ilgisi yoktur. Yaşamın sadece bu dünyada kendisi için gerçekleşmesini ister. Diğer yandan sabır ise gerçekten Tanrısal bir erdemdir. Tanrı sabırlıdır, yanlızca bağışlayıcı olduğu için değil, fakat var olan her şeyin derinliğini gördüğü için, bizim körlüğümüzde göremediğimiz şeylerin iç gerçekliği onun önünde çıplak olduğu içindir. Biz ne kadar Tanrı’ya yaklaşırsak bütün varlıklar için Tanrı’nın öz kalitesi olan sabırlı insanlar oluruz .
Ve son olarak, bütün erdemlerin, her türlü çabanın ürünü ve ödülü iyilikseverliktir. Her şey bu oruç duasının şu sözünde özetlenir: “Hatalarımı görmeyi ve kardeşimi yargılamamayı nasibet”. Bununla birlikte sonuç olarak tek bir tehlike vardır: kibirin tehlikesi. Kibir kötülüğün kaynağıdır ve her kötülükte kibirden gelir. Fakat, kendi öz hatalarımızı görmekte yeterli değildir, keza görünüşteki erdem bile kibire dönüşebilir. Tinsel yazılar, alçakgönüllülük ruhu altında gerçeklikte şeytani bir kibire götürebilen sahte bir dindarlığın kurnazca biçimlerine karşı ihtarlarla doludur. O zaman, alçakgönüllülüğün, sabrın, iffetin ve sevginin bir anlamı kalmaz. İçimizdeki yok edilmesi gereken son düşman kibirdir.
Her duadan sonra secde kılınılır, fakat bu jest sadece Aziz Efremin duasıyla sınırlanmaz, her türlü oruçsal liturjik duanın karateristiklerinden birini oluşturur. Kilise canı bedenden ayırmaz. Tüm insan ilk günahından beri Tanrı’dan dönmüştür ve Mesih İsa’ da yeniden yapılanması gerekmektedir.
Beden görkemlidir ve görkemli olduğu için Tanrı beden olmuştur (Bkz. Yuhanna 1,14) Hırıstiyan çileliği bir mücadeledir, yanlızca bedene karşı değil, fakat beden uğruna, bedeni transfigüre etmeye yöneliktir. Nasıl ki can bedende ve beden yoluyla dua ediyorsa beden de canın duasına katılır.
<>
İki dünyanın karşı karşıya gelmesi
Bugün onurlandırdığımız havariler Petrus ve Pavlus’un kişiliklerinde iki dünya karşı karşıya geldi. Eski dünya, Petrus tarafından temsil edilirken, yeni dünya Pavlus tarafından temsiliyet kazanmıştı. Petrus, Yahudi geçmişinden kurtulamıyordu. Kilisede Mesih’in iradesine uymamız gerektiğine inanıyordu, fakat Musa’nın Yasası’ndan da kopmamamız gerektiğini düşünüyordu. Pavlus ise bizi kurtaracak olanın Mesih’e olan iman olduğunu öğretiyordu. O, Kilise içinde Mesih merkezli bir ahlakın oluştuğunu anlamıştı. Ayrımlar yoktu ve her şey yeniydi.
Elçisel Konsil
Petrus tüm bunlara karşı değildi, ancak Yahudi geçmişinden kendisini kurtaramıyor, ilk Hristiyan Kilisesi’nin temelini oluşturan Yahudileri gücendirmeyi göze alamıyordu. Böylece, erken Kilise içinde oldukça yoğun bir çatışma ortaya çıktı. Ancak bu, bir kopuşa yol açmadı. Aksine, mesele, 49 yılında Yeruşalim’de organize edilen Elçiler Konsili’nde çözüme kavuşturuldu. Bu, Kilise tarihinde toplanan ilk konsildi ve bugüne kadar sürdürülen sinodal yaşamın bir örneği oldu. Orada sorunlar ve anlaşmazlıklar ele alındı. Petrus ise geçmişi geride bırakıp ileriye yönelik düşünmesi ve adım atması gerektiğine ikna edildi. Kilise içinde inancın farklı ifadeleri, farklı gelenekler olamaz. Hepimiz bir bedeniz, Mesih’in bedeniyiz ve bizi kurtaran, Tanrı’nın Lütfu ve O’na olan inancımızdır.
Bu, Yeruşalim’de ilk Elçiler Konsili’nin tarihi kararıydı. Bu kararla birlikte, Kilise’yi havraya, yani eskiyi yeniye bağlayan göbek bağı kesildi. Eğer bu karar alınmamış olsaydı ve Kilise havradan bir kez ve tamamen ayrılmamış olsaydı, Hristiyanlık Yahudiliğin basit bir mezhebinden başka bir şey olmayacaktı.
Tek otorite Mesih’tir
İki havarinin hikâyesi bizi üç çok önemli sonuca götürür. Birincisi, tarihin büyük şahsiyetleri ve Kilise’nin azizleri arasında anlaşmazlıklar olabilir. Ancak aralarından sevgi duygusu doğarsa, büyük kalabilirler ama aziz olamazlar çünkü azizlik inatçılığa ve egoya değil sevgiye, alçakgönüllülüğe, fedakârlığa ve birlik için verilen mücadeleye dayanır.
İkincisi, Kilise’de yanılmaz insanlar yoktur, mutlak otoriteler de yoktur. Tek yanılmaz olan ve tek gerçek otorite Mesih’tir ve Kilise, ancak sinodal (meclis) bir şekilde kendini ifade ettiğinde otoriteyi taşır.
Farklı görüşler, güçlü fikir ayrılıkları olabilir ama bunlar Kilise’nin sinod işleyişi çerçevesinde ele alınmalıdır.
Nerede yanılmazlık iddiası varsa, orada sapkınlık (Hristiyanlık dışı öğreti) vardır ve Hristiyan Kilisesi, tarihi boyunca bunun bedelini ağır bir şekilde ödemiştir çünkü bu, tüm zamanların en büyük Hristiyan ayrılığına yol açmıştır.
Bir de üçüncü sonuç vardır. Anlaşmazlıklar toplumsal, siyasal ve ailevi her düzeyde ortaya çıkabilir. Ne var ki, bu anlaşmazlıkların kopuşlara ve insanlar arasında iç savaş benzeri koşullara yol açması felakettir. Bunların çözülebilmesinin tek yolu, sevgi ve birlik çerçevesinde hareket etmektir ki, bu da yalnızca demokratik süreçler aracılığıyla mümkün olur. Bu süreçleri ilk öğreten ve ilk uygulayan da bizim Kilisemiz olmuştur.
Örneklerimiz Aziz Elçiler
O halde, kutsal Havari Petrus ve Pavlus’un, tüm dünyadaki Kilise için ne kadar önemli şahsiyetler olduğu açıktır. Bu yüzden, onların kiliselerin ikona duvarından bizi ihmal edilmiş gibi izlemesine izin vermeyelim; sanki onların açtığı yoldan farklı bir yol izliyormuşuz gibi olmayalım. Bunun yerine, onları hayatımıza, ailemize, siyasal ve sosyal varoluşumuza yerleştirelim. Onların yaşama biçimleri, sorunlara karşı tutumları ve onları nasıl karşıladıkları, bugün bile bize söyleyecek ve öğretecek çok şey barındırmaktadır.
Arhimandrit E. Oik. Foni Kiriou (Rab’bin Sesi) 26 no’lu broşürden alıntılanarak tercüme edilmiştir 29 Haziran 2025 Pazar
<>
11 Temmuz Aziz Sofroniyus
Dünyevi ismi Sergei Semyonoviç Saharov olan Aziz Sofroniyus (22 Eylül 1896-11 Temmuz 1993), keşişlik hayatına Aynoroz’daki Rus Aya Pandeleimon Manastır’ında başlayan Rus Ortodoks bir Papaz ve Keşişti. Ortodoks Alemi tarafından 20. yüzyılın en karizmatik keşişlerinden biri olarak kabul edilir.
9 kişilik bir ailenin ikinci çocuğu olarak Moskova’da dünyaya geldi. Dünyevi ismi Sergei idi ancak küçüklüğünden itibaren teolojiye özel bir eğilim gösteriyordu. Başlarda resimle uğraşırken bir yandan da Budizm ve Hinduizm üzerine derin incelemelerde bulundu. Doğu dinlerinin felsefesi onu hayal kırıklığına uğratınca, Hristiyanlığa ve bilhassa da Ortodoksluğa yöneldi. 25 yaşındayken Fransa’ya taşındı ve ressam olarak iş bulmaya çalıştı. Fransa’da sanat çevreleri tarafından kabul görmeyi başardı ancak sonunda tekrar Hristiyanlığa yöneldi, üstelik daha da büyük bir şevkle. Çünkü kendisinin de daha sonraları itiraf ettiği gibi sanat da, sanat çevreleri tarafından kabul görmek de onu tatmin etmemişti. Böylece 29 yaşındayken, Fransa’daki Ortodoks Teoloji Enstitüsü’ne girerek Hristiyanlığa yöneldi.
Eğitimi bittikten sonra münzevi olmaya karar verdi. Böylece 1925 yılında Aynoroz’daki Rus Aya Pandeleimon Manastır’ına yerleşti. 4 sene sonra ise Aynorozlu Aziz Silouanos ile tanıştı (Aziz Silouanos’un anma günü 24 Eylüldedir). Aziz Silounaos, Aziz Sofroniyus’un ruhani rehberi oldu. Ardından 1938’de, Aziz Sofroniyus Aynoroz’un Karoulia bölgesine gitti ve orada katı bir inzivaya çekildi. 1948’de ise ameliyat olmak üzere Fransa’ya gitti ve o esnada, 1938’de ölen Aziz Silouan’ın hayatını konu alan kitabını yayınladı. Devamında başka kitaplar da yayınladı. Bu kitaplardan bazıları: “Dua Üzerine”, “O’nun Hayatı Benim Hayatımdır”. Aynı dönemde, uzun yıllardan sonra ilk kez Moskova’yı ziyaret etti ve o günden itibaren bu şehirle daha yakın bağlar kurdu. 1963’te Aynoroz’u terk etti ve bir Hristiyan kardeşliği kurdu, paralel olarak da Essex’te Vaftizci Yahya’ya adanmış bir Manastır inşa etti. Bu Manastır 1965 yılında Ekümenik Patrikhane’ye bağlandı. 1993 yılında 97 yaşındayken Rab’de uyuyana kadar, bu Manastır’da yaşadı.
27 Kasım 2019’da Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesinin Kutsal Sinod’u toplanarak, Essexli Aziz Sofroniyus’u Ortodoks Kilisesi’nin Azizleri arasına dahil etme kararı aldı.
Arşimandrit Zaharias, Aziz Sofroniyus’un son günleri hakkında şöyle yazar:
“….Peder Sofroniyus’un ölümünün üçüncü ya da dördüncü gününde, on üç yaşındaki çocukları ile birlikte bir aile geldi. Çocuğun beyninde tümör vardı ve ameliyat ertesi gün için planlanmıştı. Aynoroz’un Simonopetralı Papazı Tihon bana gelip şöyle dedi: “Bu insanlar gelip Peder Sofroniyus’u bulamadıkları için çok kederliler. Neden çocuk için birkaç dua okumuyorsun?” Ona dedim ki: “Gel birlikte gidelim. Diğer Şapel’de birlikte dua okuyalım”. Şapel’e gittik ve çocuk için dualar okuduktan sonra da Peder Tihon şöyle dedi: “Size bir şey diyeceğim, neden çocuğu Peder Sofroniyus’un tabutunun altından geçirmiyorsunuz? Çocuk iyileşecektir. Dua okuyarak vakit kaybediyoruz”. Ona bunu yapamayacağımı, çünkü insanların onun daha yeni öldüğünü ve bizim de onun azizlik payesi alması için öneride bulunduğumuzu düşüneceklerini söyledim. “Sen yap” dedim ona. ”Sen Aynorozlu bir Keşişsin. Sen yaparsan kimse bir şey demez”.
Peder Tihon çocuğu alıp tabutun altından geçirdi. Ertesi gün çocuğu ameliyat ettiler ama hiçbir şey bulamadılar. Ameliyat için açtıkları kafatasını kapatıp şöyle dediler: “Yanlış teşhis. Muhtemelen sadece bir enflamasyondu”. Çocuğa Yunanistan’dan gelen bir doktor eşlik ediyordu. Elinde çocuğun kafasındaki tümörü gösteren röntgen filmleri olan bu doktor ameliyatı yapan doktorlara şöyle dedi: ”Siz bu ““yanlış teşhisin”” ne anlama geldiğini iyi bilirsiniz”. Çocuk büyüdü. Şu anda 27 yaşında ve çok iyi.
Essexli Aziz Sofroniyus’un sözleri
“Paris’teydim, her şeye sahiptim, Paris’in sanat dünyasıyla birlikte yaşıyor tüm etkinliklere katılıyordum. Ama hiçbir şey bana neşe ve rahatlama duygusu vermiyordu. Sanat dünyasının her etkinliğinden sonra içimde bir boşluk ve endişe vardı. Düşüncelerim bana, beni ele geçiren bu çıkmazdan kurtulmak için bir şey yapmam gerektiğini söylüyordu. Ama bir çözüm bulamıyordum. Bir gece, eğlenceden sonra ağır adımlarla ve başım eğik bir şekilde evime dönüyordum. Bu hayat acımasız ve sıkıcı diye düşünüyordum. İşte o zaman Keşiş olmayı düşündüm ama nerede ve nasıl olacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Fransa’da bir göçmen-mülteciydim ve burada Aziz Sergius Ortodoks Teoloji Enstitüsü’nü kuran çok Rus vardı. Aziz Sergius Enstitüsü’nde herkes Tanrı’dan bahsediyordu ama ben Tanrı’yı görmedim oysa Aynoroz’a gittiğimde hiç kimse Tanrı’dan bahsetmiyordu ama her şey O’nu gösteriyordu”.
İNGİLTERE ESSEX BÖLGESİNDEKİ AZİZ VAFTİZCİ YAHYA MANASTIRI
İngiltere’nin doğusunda Essex bölgesindeki Patrikhane’ye bağlı Aziz Vaftizci Yahya Manastırı, Stavropegian bir Manastır’dır yani yönetim bakımından yerel Metropolit’in değil, Patrikhane’nin yetki alanındadır. Bu Manastır 1959 yılında Aziz Sofroniyus Saharov tarafından kurulmuştur. Evrendeki tüm Ortodokslar için olduğu kadar diğer insanlar için de çekim merkezi haline gelmiş bir Manastır’dır.
Londra yakınlarındaki Essex Maldon’da bulunan Tolleshunt Knights bölgesinde bulunmaktadır (İngiltere). Manastır’da yaklaşık 15-20 Rahibe ve daha az sayıda Keşiş vardır. Essex’teki Kutsal Manastır, kuruluşunu münzevi hayatına Aynoroz’da başlayan Üstat Sofroniyus Saharov’a borçludur. Aynoroz’dan ayrılıp Paris’e yerleştikten sonra bir Rus huzurevinde kalıp oranın Papaz’ına yardımcı olmaya karar vermiştir. 1958 yılında Üstat Sofroniyus, kendisi gibi Keşiş olmayı dileyen 6 manevi çocuğu ile birlikte Essex’e gitmeye karar verirler. Ve 1959 baharında Aziz Vaftizci Yahya Manastır’ı Essex’te de kurulur. Bu Manastır 1965 yılından itibaren direkt olarak Patrikhane’ye aittir.
Manastır Ortodoks Keşişleri ve Rahibeleri olduğu kadar, tüm ulusal Ortodoks Kiliselerinden Keşiş olma yolunda olanları ve ruhban sınıfından olmayanları kendine çekmeyi başarmış, böylelikle de Ortodoksluğun gerçekten “Katolik, Apostolik ve Ekümenik” bir Kilise olduğunu pratikte kanıtlamıştır. Bu Manastır’ın karakteristik ve belki de tek ayırt edici özelliği hem Keşişlerin hem de Rahibelerin münzevi hayatlarını aynı Manastır’da yaşamalarıdır. Kilise geleneğini iyi bilmeyenler Manastır’ı “karma” olarak nitelendirir ancak doğru tanım “ikisi bir arada bulunan”dır.
<>
Bana söylediğin gibi bazen korkular sana geliyor çünkü İsa'yı pek sevmiyorsun. Bu kadar. Haydi, git artık… ~ Aziz Porphyrios, "Öğüt Antolojisi"
<>
Tanrı'nın Ruhu, yani sevinç, esenlik, sevgi, özdenetim vb. Tanrı'da ve Tanrı'ya karşı tutulmalıdır. Ancak bu şekilde son alevlerde yanmayacaktır, ancak bu şekilde dürüst seçimimizi kanıtlayabiliriz, kartlar, pasaportlar, numaralar, pullar: her şey iz bırakmadan yanacaktır.
Mimar Ioannis Krestiankin
<>
TANRI KESİKTİR...
Sonra kendimizi Kareos'un en yakın geleneksel kafesinde, kışın ortasında çorap giymeden terlik giyen ve dürüst olmak gerekirse iyi bir sohbet havasında olan, saf yürekli ve nazik Peder Charalambis ile Eothenian adaçayı içerken bulduk.
Babası tarafından yetim bırakılmış, küçük başlı Athonia'lı küçük bir çocuk bize eşlik etti ve ona sıcak bir peynirli turta ikram ettik...
-Ne diyorsunuz çocuklar, diye devam etti Peder Charalambis, Aziz Paisios bize nasıl
"Babanın okşamadığı yetim çocukları, Tanrı okşar."...
<>
Konstantinopolisli Aziz Stephen
Agios Stefanos (1926'ya kadar Ayastefanos, bugün Yeşilköy) İstanbul'un güneybatısında yer alan bir yerdir. Efsaneye göre köy, adını İstanbul'dan Roma'ya giden protoşehit Aziz Stephen'ın naaşlarını taşıyan bir geminin fırtınaya yakalanıp orada durmasıyla almıştır. . Kalıntılar, adını alan bir kiliseye ve oradan da tüm köye nakledildi. 1203 yılında Dördüncü Haçlı Seferi'nin Haçlıları, ertesi yıl şehri işgal eden Agios Stefanos'un sahiline çıktı. Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Aziz Stephen Antlaşması olarak bilinen 1878 Antlaşması da burada imzalandı.
<>
Öldürülen SVO askeri morga giderken uyandı ve şapkasında haç olan yaşlı bir adamdan bahsetti.
Keskin nişancı mermisi patlayıcıydı. Birçok organa zarar verdi ve omurgasını kırdı. Onu ameliyat eden doktor "Hiç nefes almaması gerekiyordu" diyor. Nefes almıyordu. Operasyona hazırlanırken nabız kayboldu. Ancak morga giderken uyandı... Bunu gören hemşire bayıldı.
Dyulustan Ivanov (aslen Yakutyalı) diğer dünyayı ziyaret etti ve orada gördükleri onu şaşırttı. SVO savaşçısı "O kadar uzun boylu, beyaz sakallı, şapkasında haç olan yaşlı bir adamdı... Benim için çok erken olduğunu söyledi..." diye açıklıyor.
Bu adam sadık değildi. Yine de rahip, ayrıntılı açıklamasına dayanarak, Kırımlı Aziz Luka'nın Deuce'ye göründüğü sonucuna vardı. Yaralı adama azizin fotoğrafı gösterildiğinde onu hemen tanıdı.
Yakut savaşçısı için bu fenomen bir dönüm noktası oldu. Kısa süre sonra vaftiz edildi ve nişanlısı ve kız kardeşi de ona aynısını yaptı.
<>
Yaşlı Gavriel Agioreitis.
Kendi kendine yeterlilik???!!!
....
"Ekilecek 10.000 tarlanız varsa,
yine doymak için yiyeceğiniz bir tabak yemek...
Evinizde 1000 odanız varsa
Her gece uyumak için sadece 2 metreye ihtiyacınız var...
Sayısız toprakların varsa zenginsin,
Bu hayattan gittiğinde
iki metrelik arazi size konaklamaya yeter! ... ».
.
Gerisi göz zevkimiz içindir,
duyularımızdan... egomuzdan!
.
Kendi kendine yeterlilik, kendi içimizde geliştirmemiz gereken bir niteliktir.
Olmayanların mazereti değil bu,
ama erdem kibri kısıtlar.
.
En büyük zenginlik olan kendi kendine yeterlilik,
ve kendi kendine yeterli olmanın en büyük meyvesi özgürlüktür.
.
Yukarıdaki düşüncelerle serbest bırakmaya çalışalım
kendimizi maddenin anlamsızlığından,
ve açgözlülük tutkusundan.
.
Umarım bir gün bu özgürlüğün meyvesini tadabiliriz.
şu ana kadar muhtemelen gösterişin takipçileriyiz...
Teknolojiye, faydalara, rahatlığa ve aramaya bağlıyız. . .
Bir ortamda kendimizi daha ne kadar yetersiz hissedeceğiz?
her türlü teklif?
Peki duyular bu kadar doyumsuz mu? . . .
.
Her gezgine ve hayat gezginine iyi şanslar,
yanılsamalarla yaşamasak bile. . .
Bu dünyada sonsuza kadar yaşamayacağız.
Vatanımız Cennettir ve O'na yürürüz. . .
Biz esaslarla yetinelim, gerisini Rabbim sağlar.
<>
Rusya’nın Tüm Azizlerinin Anması Yortusu
Rusya’nın Tüm Azizlerinin Yortusu (Rusya’nın Tüm Azizlerin Anma Günü, Rusya Topraklarındaki Göz Kamaştırıcı Tüm Azizlerin Sinaksisi olarak da bilinir, Rusça: Собор всех святых, в земле Русской просиявших) Slav Kiliselerinde, Pentikost yortusundan sonraki ikinci Pazar günü kutlanan bir anma günüdür. Kuruluşundan bu yana Slav Ortodoks Kiliselerine ait tüm azizlere adanmıştır. Sadece kanonlaştırılmış(bilinen) azizler değil, aynı zamanda gizli azizleri de içerir.(insanların bilmediği ama Tanrı’nın bildiği azizler) Bir bakıma, bu gün, Tüm Azizler Bayramı olarak tutulan Pentikost yortusundan sonraki ilk Pazar gününün bir devamıdır.
Yortunun Tarihi
Kökenleri
1528-1529’da Volokolamsklı Aziz Yusuf’un yeğeni keşiş Dositheus Toporkov, Sina Paterikon’unun onarımı üzerinde çalışıyordu. Son sözünde, Rusya topraklarında, erken Hıristiyanlığın doğulu azizleri kadar saygıya ve yüceltilmeye layık birçok kutsal erkek ve kadına sahip olduğunu, ancak “ihmalimiz nedeniyle, gerekli ilgiden yoksun bırakıldıklarını ve kaydedilmediklerini belirtti. Dositheus, çalışmalarını Novgorod Başepiskoposu Makaryus’un(daha sonra Tüm Rusya ve Moskova Patriği olacak olan) takdisiyle gerçekleştirdi.
Aziz Makaryus’un asıl fazileti, o zamanlar bilinen Ortodoks Rusya’nın tüm menkıbe, ilahi ve vaaz mirasının toplanması ve sistemleştirilmesi konusundaki uzun, özenli ve sıkı çalışmasıydı. 1529’dan 1541’e kadar 12 yıldan fazla bir süre, Aziz Makaryus ve yardımcıları, tarihe geçen on iki çizim koleksiyonu üzerinde çalıştılar. Bu koleksiyon, Rusya’nın farklı yerlerinde saygı gören ancak kilise tarafından resmi anmaya sahip olmayan birçok azizinin hayatını içerir. Takvim bazında derlenen ve birçok çilecinin biyografilerini içeren yeni bir özetin yayınlanması, Rusya Ortodoks Kilisesi tarihindeki azizlerin saygı görmesi için hazırlanma sürecini hızlandırdı.
Makaryus Konsilleri
1547 ve 1549’da, tüm Rusya’nın Metropoliti olan Aziz Makaryus Moskova’da Makaryus konseyleri adıyla bilinen iki konseyi tek bir soru üzerinde topladı: Rus azizlerinin yüceltilmesi. İlk olarak, konu azizleri kanonlaştırmakla karara bağlandı: azizlerin kilise çapında hatırlanması artık tüm kilisenin yargısına tabi oldu. Bu sayede ilk olarak dokuzu yerel kiliseler tarafından, on sekizi daha geniş kilise topluluklarınca anılan otuz civarı yeni aziz belirlediler.
1547 yılındaki konsilde kanonize edilen azizler şunlardı:
1. Moskova ve Tüm Rusya’nın Metropoliti Yunus (+1461)
2. Novgorod Episkoposu Yuhanna (+ 1186)
3. Kalyazinli Makaryus (+ 1483)
4. Borovsklu Pafnutyus (+ 1477)
5. Büyük Prens Aleksandr Nevski (+ 1263)
6. Radonejli Nikon (+ 1426)
7. Obnora ve Komelli Pavlus (+ 1429)
8. Klopslu Mihail (+ 1456)
9. Storojili Sava(+ 1406)
10. Solovkili Zosima (+ 1478) ve Savvati (+ 1435)
12. Gluşitsalı Dionisi (+ 1437)
13. Svirli Aleksandr (+ 1533)
Yerel kiliselerde anılan ve konsilde kanonlaştırılan azizler:
1. Mesih’in Divanesi Moskovalı Maksimus (+ 1434)
2. Erdemli Prens Muromlu Konstantin ve çocukları Mihail ve Teodor (+ 1129)
5. Muromlu Prens Petrus ve 6. Fevronya (+ 1228)
7. Tverli Arsenios (+ 1409)
8. Mesih’in Divanesi Ustyuglu Prokopyus (+ 1303) ve 9. Yuhanna (+ 1494)
1549 konsili ile ilgili olarak, pek fazla ayrıntı günümüze ulaşmadı ancak aşağıdaki azizlerin de bu konsilde aziz ilan edildikleri düşünülmektedir:
1. Novgorod Piskoposu Nifon(+ 1156)
2. Novgorodlu Yunus(+ 1470) ve Eftimyus(+ 1458)
3. Rostov Episkoposu Yakup(+ 1392)
4. Permli Stefanos(+ 1396)
5. Pskovlu Prens Vsevolod(+ 1138)
6. Tverli Prens Mihail(+ 1318)
7. Smolenskli Peder İbrahim(+13. Yüzyılın başı)
8. Litvanyalı Şehitler Yuhanna Efstathios, Antonyos(+ 1347)
9. Suzdallı Peder Eftimyus(+ 1404)
10. Pelşemalı Gregoryus(+ 1442)
11. Vişeralı Peder Sava(+ 1460)
12. Pskovlu Efrosini(+ 1481)
13. Perekomlu Efrem(+ 1492)
14. Bulgaristanlı İbrahim(+ 1229)
15. Sırbistanlı Arsenios(+ 1266).
Son olarak, konsilin ana eylemi, Rusya’nın azizlerinin kanonize edilmelerine ek olarak, Rusya Kilisesi’nin daha önce anılan azizleriyle birlikte “yeni mucize işçilerinin’’ ortak anısının tarihini belirlemekti. 1547’de konsil üyeleri kararını şöyle formüle etti: “Şimdi, Rabbi hoşnut eden, çeşitli kerametler ve harikalarla yüceltilen yeni mucize işçilerini anıyoruz. Bu güne kadar isimlerine ilahiler okunmamıştı.’’
Makaryus Konsili Sonrası
Tüm Rus Azizlerinin yortusu ilk olarak 29 Temmuz olarak Aziz Prens Vladimir’in anmasının ertesi günü olarak belirlendi (28 Temmuz). Ancak daha sonraları yortunun tarihi birkaç kez değişti. Aziz İlyas gününden sonraki ilk Pazar günü ve Tüm Azizler Pazarı gününden önceki hafta içi herhangi bir günde yapılmaya başlandı.
Makaryus konsillerinden çok kısa bir süre sonra bu azizler için oluşturulmuş farklı farklı hayat hikayeleri, övgü sözleri yazılmaya başlandı, ikonaları çizildi, onurlarına kiliseler inşa edildi, kutsal emanetleri bulunup çıkartıldı. Rusya’nın Tüm Azizlerinin onuruna hayatlarının tek kalemden yazılması gerekli oldu. Bu zor görev, Suzdal’daki Aziz Eftimyus Manastırı’ndan keşiş Gregoryus tarafından gerçekleştirildi ve “14 ilahiyat eseri ve azizlerin çalışmalarının bir özetini” bıraktı. Bu eser Rusya’nın Tüm Azizlerinin anmasında 16. yüzyılda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak, basılması ve daha da yayılması ilk kez 18. yüzyılın ilk yarısında olmuştur.
Unutulması
Genel olarak, Rusya halkının 1547 ve 1549’daki konsillerin neden olduğu büyük bir manevi yükselişten sonra, 16. yüzyılın sonunda, Rusya’nın Tüm Azizlerinin anması yortusu unutuldu ve Rusya’nın sadece belirli bölgelerinde kutlanmaya başlandı. 17. yüzyılda bu eğilim büyümeye başladı ve bu yortu sadece sadece yaşlı müminlerce hatırlandı.
20 Temmuz 1908’de Vladimir Valiliği’nin Sudogda ilçesinde yaşayan köylü Nikolay Osipoviç Gazukin, “Rusya’nın tarihinden beri kutlanan Rusya’nın Tüm Azizlerinin” yortusunun her yıl kutlamasının belirlenmesi için Kutsal Sinod’a bir dilekçe gönderdi ancak kısa süre sonra bu dilekçe Tüm Azizlerin Anması yortusunun Rusya’nın azizlerini de içerdiği gerekçesiyle reddedildi.
Yerel Konsil Tarafından Yortunun Yeniden Başlatılması
Rusya’nın Tüm Azizlerinin yortusunu yeniden canlandırma onuru, Petrograd Üniversitesi profesörü Boris Turaev ve keşiş-peder Athanasyus’a (Sakharov) aittir. Her ikisi de 1917-1918’de düzenlenen Yerel Konsil’in üyeleriydi.
15 Mart 1918’de Boris Turaev, İbadet, Vaaz ve Kilise için ayrılan toplantı bölümünde bir rapor sundu, rapor şöyleydi: “Rusya’nın bölündüğü, Kiev mağaralarında, Moskova’da, Thebaid’de ve Batı Rusya’da Rusya Ortodoks kilisemizin oluşması için çalışmış azizlerimizin meyvelerinin, günahkar neslimizin ayakları altında çiğnendiği şu acılı günlerimizde, bu unutulmuş yortuyu yeniden hatırlamanın tam sırası, öyle ki bu gün bize ve acı çeken kardeşlerimize Rusya Ortodoks Kilisemizin nesilden nesile gelişini hatırlatsın ve günahkar neslimize küçük bir armağan ve bizim günahlarımıza karşılıksa kefaret olsun.
20 Ağustos 1918 Turaev’in raporu konsil tarafından gözden geçirildi ve son olarak 26 Ağustos’ta Aziz Patrik Tikhon’un yortusunda, tarihi kararnameyi sundu: “Rusya’nın tüm azizlerinin yortusu Aziz elçilerin orucunun ilk Pazar günü kutlanacaktır.’’
<>
Af Pazarı
Sütlü gıdalara veda pazarı olarak da adlandırılan Af (Bağışlanma) pazarı, Oruç öncesi dönemin son günü olup Etlere veda pazarından sonraki ve Ortodoksluk pazarından önceki pazardır.
Günün Önemi:
Büyük Oruç döneminden önceki bu son pazar günü ve Ortodoks Hristiyanların geleneksel olarak Paskalya’dan önce sütlü gıda yedikleri son günde Kilise, Adem ve Havva’nın Cennet bahçesinden çıkarılışını anar. Tanrı, Adem ve Havva’ya bahçedeki bir ağacın meyvesini yememelerini emretmiş (Yaratılış 2:16); ancak onlar bu emre itaat etmeyerek insan ırkının ölümün ve çürümenin mirasçısı olmasına yol açmışlardır.
Af pazarında pek çok kişi Büyük Oruç döneminin arifesinde yapılan akşam okumalarına katılır. İmanlılar, oruç ve bağışlanma konularında Rabbin öğretilerini dinlerler ve Tanrı da onları bağışlasın diye (Matta 6:14) birbirlerini affederek oruç dönemine girerler.
Bu pazar gününe ait İncil okumasında da oruçla ilgili öğütler vardır (Matta 6:16-18).
Af Töreni:
Akşam dualarının sonunda papaz, analogion veya ambon denen yerde durur; imanlılar da sırayla gelip günün ikonasına saygı gösterirler ve secde edip “Günahkâr olan beni bağışla” derler. Papaz da secde edip “Tanrı bağışlar, beni bağışla” der. İmanlı da “Tanrı bağışlar” deyip papaz tarafından kutsanır. Bu esnada koro alçak sesle Paskalya Kanonu’nun ilahilerini okur. Papaz tarafından kutsandıktan sonra, imanlılar birbirlerinden de af dilerler.
Kutsal Kilise babaları 40 günlük oruç döneminden bir önceki bu pazar gününü Adem’in mutluluk cennetinden çıkarılmasını anmaya ayırarak, orucun insana ne kadar faydalı olduğunu ve açgözlülük (doyumsuzluk) ile Tanrı’nın emirlerini çiğnemenin ne büyük zarar ve yıkıma yol açtığını bizlere sadece sözle değil, gerçek eylemlerle de göstermektedirler. Tanrı’nın insana verdiği ve ilk yaratılanların duyup da uymadığı ilk emir oruç ile ilgiliydi. Bu itaatsizlik sonucunda, hayal ettikleri gibi Tanrı olmamakla kalmadılar, kendilerine verilmiş olan kutsal yaşamı da kaybettiler. Ölüme ve çürümeye düşüp bu ve benzeri pek çok kötülüğü tüm insanlığa da aktardılar.
Kutsal Kilise babalarının bu gerçekleri hatırımıza getirmelerindeki amaç, günaha düşüşün ve ilk yaratılanların açgözlülüğü ve itaatsizliği sonucunda kaybettiklerimizin bilincine varıp oruç ve tüm Tanrısal emirlere itaat yoluyla o eski mutluluğa ve görkeme dönmek için çaba göstermemizdir. Bugünkü İncil okumasına uygun olarak, orucumuz düşmanlıklarla zorlaşmasın ve engellenmesin diye de önce Tanrı’dan sonra birbirimizden ve tüm yaratılıştan af dileriz.
İlahi: Ey Efendimiz, bilgelik öğretmeni, erdem veren, akılsızlara yol gösterip garipleri korursun; kalbimi güçlendir ve aydınlat. Baba’nın Sözü, bana sözler ver ki ağzım Sana hep şöyle diyebilsin: “Ey merhametli Rab, günahkâr olan bana merhamet et”
Pazar ayinindeki okumalar
Elçisel Mektup: Pavlus’un Romalılara Mektubu 13:11-14:4
Bunu, yaşadığınız zamanın bilincinde olarak yapın. Artık sizin için uykudan uyanma saati gelmiştir. Çünkü şimdi kurtuluşumuz, ilk iman ettiğimiz zamandan daha yakındır. Gece ilerlemiş, gündüz yaklaşmıştır. Bunun için, karanlığın işlerini üzerimizden sıyırıp atarak ışığın silahlarını kuşanalım. Çılgınca eğlencelere ve sarhoşluğa, cinsel ahlaksızlığa ve sefahate, çekişmeye ve kıskançlığa kapılmayalım. Gün ışığında olduğu gibi, saygın bir yaşam sürelim. Rab İsa Mesih’i kuşanın. Doğal benliğinizin tutkularına uymayı düşünmeyin. İmanı zayıf olanı kabul edin, ama düşünceleri üzerinde onunla tartışmaya girmeyin. Biri her şeyi yiyebileceğine inanır; öte yandan, imanı zayıf olan yalnız sebze yer. Her şeyi yiyen, yemeyeni hor görmesin. Her şeyi yemeyen, yiyeni yargılamasın. Çünkü Tanrı onu kabul etmiştir. Sen kimsin ki, başkasının kulunu yargılıyorsun? Kulu haklı çıkaran da, suçlu çıkaran da kendi efendisidir. Kul haklı çıkacaktır. Çünkü Rab’bin onu haklı çıkarmaya gücü vardır.
İncil: Matta 6:14-21
«Başkalarının suçlarını bağışlarsanız, göksel Babanız da sizin suçlarınızı bağışlar. Ama siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da sizin suçlarınızı bağışlamaz. Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanıza oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak.»
<>